“Bu belalı başımla ben nere gidem? Ya Katlime Ferman, Ya Derdime Derman” -Türkiye Güvenli mi Gerçekten?
Ahmet Kaya’nın o içimizi delen sesiyle söylediği gibi:
“Vay anam vay vay, bu belalı baş ile ben nere gidem?”
İnsan bazen öyle bir köşeye sıkışır ki, gidecek yeri kalmaz. Kaçtığı yer ateş, sığındığı yer duvar. Bugün Türkiye’den kaçıp İsviçre’ye ya da Avrupa’nın başka ülkelerine sığınan mülteciler, gazeteciler, muhalifler tam olarak böyle bir yerde duruyor. İsviçre devleti ve bazı Avrupa ülkeleri onların dosyalarına bakıp diyor ki, “Türkiye güvenli bir ülke. Daha önce başına bir şey gelmemiş, şimdi de gelmez.”
Peki gerçekten öyle mi?
10 gün öncesine bakalım. Mizah dergisi Leman’ın yayınladığı bir karikatür yüzünden radikal bir dini grup sokaklara döküldü. Derginin binasına taşlar yağdı. O karikatüristlere ne oldu? Dışarı çıkarılıp korunmadılar, aksine polis tarafından yakapaça gözaltına alındılar. Basın özgürlüğünün yerle bir olduğu bir ülke bu. Güvenli mi gerçekten?
Biraz daha geriye gidelim. 6 Şubat 2023 sabahı, milyonlarca insan uykusundayken büyük bir deprem vurdu ülkeyi. Yüz binlerce insan beton blokların altında can verdi. Neden? Çünkü devlet yıllardır bina denetimini ranta kurban etmişti. Arama-kurtarma günlerce yetersiz kaldı. O sabah güvenli miydi Türkiye?
Kadınlar? Her gün ama her gün bir kadın cinayeti haberi… Özgecan Aslan, Pınar Gültekin, Emine Bulut ve isimlerini sayamadığımız yüzlerce kadın… Devlet koruyabildi mi onları? Hayır. Mahkemeler failleri caydırabildi mi? Hayır. Kadın olmak güvende olmak değil Türkiye’de. Ve İstanbul Sözleşmesi de yok artık…
Çocuklar? Daha geçen yıl Narin Gürhan ve onun gibi küçücük çocuklar cinayete kurban gitti. Devlet koruyabildi mi onları? Hayır.
Basın özgürlüğü desen, sınırları aşıyor. Suriye’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzenlediği hava saldırılarında gazeteciler öldürüldü. Kendi sınırlarının dışında bile gazetecilere karşı savaş açan bir devlet söz konusu. Bu mu basın özgürlüğü? Bu mu güvenli ülke?
Bir de güncel siyasi tabloya bakalım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu 19 Mart 2025’te gözaltına alındı, tutuklandı. Ardından sokaklara çıkan binlerce insan, aralarında daha önce hiçbir suça karışmamış üniversite öğrencileri, gazeteciler, yurttaşlar gözaltına alındı, aylarca cezaevinde kaldı. Suçları neydi? Haksızlığa “dur” demek.
İşte her gün Türkiye’de yeni bir belediye, yine farklı bir belediye başkanı gözaltına alınıyor. İşte dün Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere gözaltına alındı, tutuklandılar. Bugün Zeydan Karalar tutuklandı. Geçtiğimiz günlerde eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de tutuklandı.
Adalet işlemiyor yani, bunun vurgusunu yapmamız gerekiyor. Her gün seçilmişler, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, kayyumlar atanıyor. Kürdistan’da, Kürt illerinde aynı uygulamalar daha çok yakın tarihte işliyordu, işlemeye de devam edecek gibi.
Türkiye’de suç işlemek gerekmiyor cezalandırılmak için, sadece susmamak yetiyor.
Tüm bunların üzerine Avrupa ülkeleri, İsviçre gibi tarafsızlıkla övünen devletler, hâlâ diyor ki, “Türkiye güvenli bir ülke.”
İnsan hakları ne zaman sadece kağıt üstündeki istatistiklere göre değerlendirilmeye başlandı?
Bir insanın daha önce ceza alıp almamış olması, gelecekte ne yaşayacağını belirler mi?
Bugün Türkiye’de hukuk, keyfiyetin elinde bir sopa. İktidara karşı çıkan herkes, er ya da geç o sopayla tanışıyor.
Ben 15 yıldır muhalif gazetecilik yapan biri olarak bu gerçekleri yaşıyorum, anlatıyorum, ispatlıyorum. Yine de yetkililer bana ve benim gibilere diyor ki, “Başına bir şey gelmez.”
Kim söylüyor bunu? Türkiye’yi bilmeyen, görmeyen, duymayan bürokratlar mı?
O zaman sormak gerekiyor,
Bu mu güvenli ülke?
Bu mu insan haklarına saygılı ülke?
İnsanlar kaçmıyor, mecbur kalıyor. Bir gün yaşamak için, bir gün nefes alabilmek için. Avrupa’nın, İsviçre’nin bunu görmezden gelme lüksü yok. Bugün kapılarınızı kapatmak, yarın çok daha büyük insanlık suçlarının ortağı olmak demektir.
Son bir kez soruyorum;
“Bu belalı baş ile ben nere gidem?”
Vicdan nerede?