Ana içeriğe atla
Görsel
SUBAŞI

Ruşen Subaşı’nın Hikâyesi Hepimizin Hikâyesidir

Ruşen Subaşı, bir anneyle birlikte hayatta kalmaya çalışan, şiddetin her türlüsünü görmüş,
sonunda “Avrupa İnsan Hakları” dediğimiz yapının merkezine sığınmış bir kadın. Ama bu
Avrupa’nın, bu modernliğin, bu demokrasi cilasının altı ne yazık ki hâlâ karanlık.


Ruşen Subaşı, Türkiye’ye “iade” edilmek için Bern Hapishanesi’nde bekletiliyor. Kim için? Ne
adına? Kimi “korumak” için?
Adı deport, anlamı infaz.
Ruşen’i deport etmek, onu yalnızca Türkiye’ye göndermek değildir. Onu o eski düzene, o
maruz kaldığı erkek şiddetine geri fırlatmaktır. “Bu dünya sana ait değil” demektir.


Ama sormak gerekiyor:
Bu karar sadece İsviçre'nin mi?
Ya Frontex? Ya AB Göç ve İltica Paketi?
Ya uluslararası göç yönetimi adı altında kadınların pazarlık konusu yapılmasını
normalleştiren tüm neoliberal kurumlar?
“Can güvenliği yok” diyen annenin, “Bizi öldürecekler” diyen kızın çığlığı bir kez daha
sistemin kör adaletine çarpıyor. Avrupa’nın göçmen politikaları, Ruşen’in gözleri önünde bir
ölüm fermanına dönüşüyor.


Üstelik bu sadece bir ihmalkârlık değil, sistematik bir inkâr:
İsviçre makamları erkek şiddetinden kaçan, kadın cinayetleri tehdidini gerekçe gösteren
kadınların başvurularını “politik” gerekçeler olarak görmüyor. Bu tür başvuruları “insani” değil,
“hukuki olarak yetersiz” sayıyor. Ancak bununla da kalmıyor. Türkiye’de her gün kadınlar
öldürülürken, devlet koruması çalışmazken, İsviçre’nin sorduğu sorular şu şekilde:
“Polise başvurdunuz mu?”,
“Sığınma evine gittiniz mi?”,
“Neden başka bir şehre taşınmadınız?”


Sanki Türkiye’de kadınlar her gün sokakta, evde, karakolda, mahkemede öldürülmüyor.
Sanki her kadın öldürülmeden önce resmi başvuru dosyasını tamamlıyor. Sanki hayatta
kalmak bir strateji değilmiş de, bir prosedürmüş gibi... İsviçre, kadına yönelik şiddetin gerçek
doğasını inkâr ediyor.


Avrupa, “kadın hakları” dediğinde başka bir yüz takıyor; “iltica başvurusu” dendiğinde
bambaşka. Kadınlar burada birer “yük”, “risk”, “dosya”, “sayfa” oluyor. Can değil, sayı olarak
görülüyor.


Ama Ruşen’in hikâyesi ne ilk ne de son. Bu, bir kadın hikâyesi değil sadece; bu, bir sistem
hikâyesi. Patriyarkanın, devletin, sınırların, pasaportların, “güvenli ülke” yalanlarının hikâyesi.
Bakın: Erkek şiddetinden kaçıyorsun, annenle birlikte hayatta kalmaya çalışıyorsun. İltica
ediyorsun. Devlet sana “yeterli sebep yok” diyor. Ne yeterli sebep? Tecavüz mü, dayak mı,
ölüm tehdidi mi? Kadınların hayatı daha ne kadar kanıt ister?


İsviçre’nin kararı bir hata değil; bir politikanın sonucu. Avrupa’nın, mülteci kadınları “yük”
olarak gören, sınırları sermayeye açıp hayatlara kapatan politikasının sonucu. Bu, Bern
Hapishanesi’nde yaşanmadı sadece; Brüksel’de yazıldı, Berlin’de onaylandı, Bern’de
imzalandı.


Ama asıl soru şu: Biz ne yapıyoruz? Sessiz mi kalıyoruz?
Bu yazıyı okurken bile bir yerlerde başka bir Ruşen, çocuğuyla bir kampa tıkılmış bekliyor.
Deport tarihini, ölüme gidiş saatini...


Bu sadece kadınların değil; göçmenlerin, yoksulların, güvencesizlerin, sistemin dışına itilmiş
herkesin davasıdır. Bu bir sınır değil; bir sınıf savaşıdır.
Bugün Ruşen’in sesine kulak vermek demek, tüm dünyanın göçmen kadınlarına, mülteci
annelere, sığınmacı çocuklara kulak vermek demektir.


Bugün Ruşen’i savunmak, dünyanın her yerindeki erkek şiddetine, devlet şiddetine,
emperyalist ve neoliberal göç politikalarına karşı durmak demektir.
Çünkü bu yalnızca İsviçre’nin kararı değil. Bu karar, küresel adaletsizliğin, toplumsal
cinsiyetin, kapitalist bölüşümün aldığı ortak bir karardır.
Bu yüzden Ruşen’in çığlığı bizim çığlığımızdır.
Kadın mücadelesi sınır tanımaz.


İltica talebi bir lütuf değil, yaşam hakkıdır.
Kadınların can güvenliği, bürokratik belgelerle pazarlık konusu yapılamaz.
Ruşen Subaşı’ya özgürlük!
Kadınlara yaşama hakkı!
Deport değil, dayanışma

 

Ekin DAĞDELEN

 

Ekin Dağdelen Kimdir?


2006 yılında Aydın Nazilli’de doğan Ekin Dağdelen, Anka Yayınevi ile kültür-sanat-edebiyat odaklı Anka Dergi’nin kurucusudur. “Doğa Kız’ın Maceraları” adlı çocuk kitabının yazarı olan Dağdelen’in yazıları bugüne dek OdaTV, DokuzSekizHaber, Muziryayında, SolfasolTV, Nazilli Havadis, Özgür Yurttaş Haber ve Gazete Ses gibi mecralarda yayımlanmıştır. Dağdelen, bundan böyle PangeaKolektif’te de yazılarıyla yer alacaktır.