Türkiye artık güvenli mi?
PKK, silahlı mücadeleyi sonlandırdığını duyurdu ve silahlar ateşe verildi. Bu, uzun yıllardır süren çatışmanın sona ermesi yönünde önemli bir adımdı.
Ancak hemen ertesi sabah, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan kameraların karşısına geçti. “Yeni bir Türkiye”, “Türk yüzyılı” gibi ifadelerle süslediği açıklamasında barışın değil, tekçi bir kimliğin propagandasını yaptı. Aleviler, kadınlar, LGBTİ+’lar, muhalifler… Yine konuşmanın hiçbir yerinde yer almadı. Tıpkı daha önceki “millî birlik ve kardeşlik” söylemlerinde olduğu gibi, barış toplumun tamamına değil, yalnızca iktidarın kurmak istediği yeni rejime hizmet eden dar bir çevreye çağrıydı.
Bu durum bizlere şunu hatırlatıyor;
Silahların susması barış değildir.
Barış, hakikatin dile gelmesiyle başlar.
Bugün Avrupa ülkeleri “Türkiye artık güvenli” söylemini yeniden dolaşıma sokuyor. Oysa Türkiye hâlâ gazetecilerin, muhaliflerin tutuklandığı, kadın cinayetlerinin cezasızlıkla beslendiği, LGBTİ+’ların her gün hedef gösterildiği, Alevilerin yok sayıldığı, Kürtlerin siyasal temsilinin bastırıldığı bir ülke.
Gerçek durum şu:
• Gazeteciler düşüncelerinden ötürü cezaevinde.
• Sosyalistler, muhalifler neredeyse her gün gözaltında.
• Kadınlar, erkek şiddeti karşısında devletten koruma değil sessizlik görüyor.
• Her sabah başka bir belediyeye kayyım atanıyor. Halk iradesi sivil darbelerle gasp ediliyor.
• LGBTİ+’lar, anayasal eşitlik talepleriyle değil, nefret yürüyüşleriyle karşılaşıyor.
• Farklı inanç grupları, hâlâ eşit yurttaşlık hakkı mücadelesi veriyor.
• Kürtler, anadil, kimlik ve siyasi temsil haklarında sistematik olarak bastırılıyor.
Avrupa’nın “güvenli ülke” tanımı, barışın sahici anlamını karşılamıyor. Eğer güvenlik, devletin sessizlik dayatmasıysa, bu barış değil! Mültecilerin geri gönderilmesi için yapılan bu değerlendirme, politik bir manevradan ibarettir. Biz o ülkeden kaçmadık, hayatta kalmak için geldik. Çünkü orada bize yaşam hakkı tanınmıyordu.
Silahların susması, savaşın bittiği anlamına gelmiyor.
Savaş, görmezden gelinmekle, eşitsizlikle, inkârla sürüyor.
Barış demek, herkesin adıyla anıldığı, acılarının tanındığı, haklarının eşit biçimde korunduğu bir toplumsal sözleşme demektir. Aksi hâlde bu süreç, yalnızca “terörü bitirdik” demek için kullanılan bir devlet propagandasına dönüşür.
Peki siz bu süreci, nasıl kullanacaksınız?
Bizleri geri göndermenin bahanesi olarak mı?
Biz yalnızca nefes almak istiyoruz.
Görülmek, duyulmak ve eşit yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz.
Mehmet Murat Yıldırım