Ana içeriğe atla
Görsel
Kadın eylemlerinden ve göç yollarından imajlar

Göç yolunda kadın olmak: 'Birlikte daha güçlüyüz.'

SERAP YAVER-  100 yılı aşkın süredir kutladığımız 8 Mart Dünya Emekçi  Kadınlar Günü,  dünyada kadınların özgürlük, eşitlik ve hak mücadelesini simgeleyen önemli bir gündür. Ancak bu özel gün, sadece ülkelerinde yaşayan kadınların sesini duyurmakla kalmıyor aynı zamanda göçmen kadınların da yaşadıkları zorluklar ve kazandıkları başarılar için bir farkındalık oluşturuyor. Ülkelerini geride bırakmak zorunda kalan göçmen kadınlar, yeni bir hayat kurma mücadelesi verirken, kültürel, ekonomik ve toplumsal engellerle karşı karşıya kalıyor. Ancak bu zorluklara rağmen, kendi kimliklerini ve değerlerini koruyan kadınlar, yaşadıkları toplumlara  katkı sunmaya çalışıyor. PangeaKolektif Kadın Grubu'ndan Zelal, Filiz ve İpek ile yaptığım bu söyleşide, İsviçre’de yaşayan göçmen kadınlar olarak yaşadıkları deneyimlerini, umutlarını ve karşılaştıkları engellerini ve bu zorluklara rağmen neler yapabileceğimizi konuştuk.

 

İşte yaptığımız röportaj;

 

Merhaba sevgili Zelal, Filiz ve İpek kendinizden biraz bahsetmek ister misin?

 

ZELAL: Ben Türkiye’deki politik faaliyetleri nedeniyle hapis cezası almış ve bu nedenle İsviçre’den politik sığınma almış bir Kürt kadınım. İsviçre’ye geldiğimde 28 yaşındaydım, iki bachelor diplomam vardı, mastır tezimi savunmama sadece iki ay vardı, İstanbul’da sevdiğim bir işim, sevdiğim bir evim ve kedim vardı. Beni sevgiyle ve güvenle sarmalayan arkadaşlarımın, ailemin arasından sıyrılıp bitmeyen bir yalnızlık haline göç ettim. Şu anda Cenevre Kantonunda yaşıyorum, yeniden başlamak zorunda kaldığım sosyoloji mastırının son sömestrindeyim.

 

FİLİZ: Doğduğum ülkeden göç edip şu an İsviçre'de ikamet eden bir Kürt kadınıyım. Kadın olarak, kendi ayaklarım üzerinde durmak her zaman çok kolay olmadı. Dünyanın dört bir yanındaki kadınlar, benzer zorluklarla karşılaşıyor; toplumsal normlar, gelenekler ve patriyarkal yapılar, kadının gücünü pekiştirecek fırsatları kısıtlayabiliyor. Doğduğum şehir, ırkım ve cinsiyetim, benim seçimim değildi. Ancak, doğduğum coğrafyada toplumun büyük bir kısmı, tarihsel olarak patriyarkal bir yapıya sahipti. Bu da kadınların güçlenmesini, zaman zaman zorlaştırıyordu. Bende bu yüzden öğretmen olmayı seçtim; hem kendimi hem de çevremdekileri eğitmek, bir ışık olabilmek istedim. Ama hayat, bazen insanı beklenmedik yönlere sürüklüyor ve bir noktada, sadece hayatta kalabilmek ve hayata devam edebilmek için, başka bir ülkeye göç etmek zorunda kaldım. Şu an Kanton Valais’de yaşayan bir göçmen kadın olarak, hayatımı sıfırdan inşa ediyorum.  Türkiye’deyken öğretmendim, mastırımı bitirmiştim ve doktoraya hazırlık yapmayı planlıyordum. Şimdi hem bir göçmen, hem de bir kadın olarak, yine birçok zorlukla karşılaşıyorum. Bu mücadelede, kadın dayanışmasının gücünden faydalanarak, yalnız olmadığımı hissediyorum. Birbirimize destek vererek, bu engelleri aşmak ve hayatımı yeniden kurup, kariyerime kaldığım yerden devam etmek için mücadele etmeye devam ediyorum.

 

İPEK:  Ben İpek, 29 yaşında bir kürt kadınıyım. Aynı zamanda bir kedi(Fındık) annesiyim. Türk dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi idim fakat eğitimimi tamamlayamadım ve okulu bıraktıktan birkaç yıl sonra göç etmek zorunda kaldım. Şu an İsviçre’de yaşıyorum daha doğrusu hayatta kalmaya çalışıyorum. Ben ve kedim varız bu yolculukta. Yolumuz uzun ve biz yürümeye devam ediyoruz.

 

Bir çok kadın, kimliksiz ve belgesiz göç  etmek zorunda bırakıldığı için kilometrelerce yollarda, savunmasız kalıyor. Yolculuk sürecinde yaşadıklarını anlatmak ister misin?

 

ZELAL: O kadar uzun bir hikaye ki, üstelik bunu anlatmamın buradaki yasal süreci nasıl etkileyeceğini bilmiyorum o nedenle bu soruya yanıt vermek istemem. Bu yolculuğun hikayesini kendimi İsviçre'de güvende hissettiğim ileriki bir zamanda anlatmak için erteliyorum.

 

FİLİZ: Yolculuk, zorlu ve çok umutsuzdu. Belgesiz gitmek zorunda kalmak, bir kadın olarak yolculuk etmek her an tehdit altında hissettirdi. Birçok kez ölümle burun buruna geldim. Ölmeden kalmam, bir mucize gibiydi. Artık geriye dönemezdim, geleceğe dair hiçbir öngörüm yoktu. Bu yolculuk sırasında, her an ne olacağını bilemezken, diğer yandan hayatta kalıp kalmayacağımı bile bilmiyordum. Aynı zamanda erkek tacizlerine karşı kendimi korumak zorunda kaldım. Doğrusu, ölümle burun buruna gelirken bile, bir kadın olarak ekstra erkek tacizlerine karşı kendimi savunmak çok zordu. Bu tarz yolculuklar malesef kadın ve çocuklar için ekstra zorluklarla dolu.

 

İPEK: Yolculuğum çok uzun ve acılı geçti, üstelik bu yolculuğum henüz bitmiş sayılmaz. Buraya varana kadar bir çok süreçten geçtim ve bu süreç benim için hiç kolay olmadı. Yunanistan’da tutuklandığım süreç ve orada maruz bırakıldığım psikolojik şiddet benim için tarifi zor. Bu nedenle fazla derinine inip o günleri tekrar yaşamak istemiyorum. Bu soruya bu kadar yanıt verebiliyorum.

 

Bu uzun yolun sana kattığı tecrübeler neler? Hayatında olumlu yada olumsuz değişen şeyler neler oldu?

 

ZELAL: Bence her şeyden önce o yol hâlâ devam ediyor. Göç gerçekten bitmeyen, bir türlü sonu gelmeyen bir yolculuk gibi. Öncelikle çok büyük acılar yaşadım, bir göçmenin başına gelecek en kötü şey, herkesin en çok korktuğu şey benim başıma en erken geldi. Buraya geleli daha bir yıl olmamıştı ki bir gece yarısı gelen telefonla Türkiye’de kalan babamı kaybettiğimi öğrendim. Yaşadığım acıyı tarif edemem, sadece şu kadarını söyleyebilirim ki isyan etmeye dışarı çıktığımda, kafamı kaldırdım ve gökyüzü ilk defa bana dar geldi, ruhum gökyüzünü yukarı doğru ittiriyordu. Böyle bir acı yaşadıktan, bitmeyen bir yas başladıktan sonra yaşadığım diğer şeyler hafif gelmeye başladı.

 

Türkiye’de monoton olarak şikâyet ettiğim çok basit gündelik şeyler en büyük özlemime dönüştü. Örneğin bir işimin olması, işten çıkarken bir arkadaşı arayıp “Gel, şu mekânda bir bira içelim.” diyebilmek, ailemizin büyük, kalabalık pazar kahvaltıları… Ne kadar basit ama ne kadar güzellermiş meğer.

 

Elbette olumlu şeyler de oldu, şu anda bir dünya dilini çok iyi bir şekilde konuşabiliyorum. Bu bana dünyanın geri kalanıyla bir bağ kurma imkânı sunuyor. Türkiye’de kalsam bir gün hiçbir yabancı dilde bu kadar iyi olabileceğimi düşünmüyordum. Ayrıca o kadar farklı kültürlerden tanışıklıklar, arkadaşlıklar kuruyorum ki herkesten bir şey öğrenmek mümkün oluyor. Bu da çok büyük bir zenginlik. Bir de gün içerisinde sokakta yürürken, özellikle bir kadın olarak, Türkiye’deki sokakların gerginliğinden uzak bir şekilde yürüyebilmek kocaman bir özgürlük benim için.

 

FİLİZ: Hayatımda birçok farklı deneyim yaşadım ve her bir yolculuk bana farklı bir şey kattı. Bu yolculuklar hem olumlu hem de olumsuz birçok tecrübe edinmemi sağladı. Olumlu olarak, daima keşfetmeyi ve öğrenmeyi seven biriyim. Bu potada her zaman öğrenilecek yeni şeyler olması beni mutlu ediyor. Yeni diller, farklı kültürler ve yaşamlar öğrenerek ufkumu geliştirmeye devam ediyorum. Dünyadaki her yerin farklılıkları olsa da, bazı şeylerin evrensel olduğunu fark ettim. İnsanlar, ne kadar uzak olursa olsun, benzer duyguları ve mücadeleleri yaşıyor. Bu bana insan olmanın ortak yanlarını daha derinden anlamamı sağladı.

 

Olumsuz yönlere gelecek olursak, göçmen olmanın getirdiği zorluklar, zaman zaman hayatımı çok zorlaştırdı. Dil bariyeri, sosyal izolasyon gibi zorluklar, yeni bir ortamda uyum sağlama mı engelledi. Kadın olmanın zorluklarıyla da mücadele etmek oldukça yorucu oldu. Hala bu engellerle mücadele etmeye devam ediyorum.

 

Bu yolculuğun bana kattığı bir başka önemli öğretisi de, dünyanın genelinde hüküm süren mevcut iktidarların, kendi çıkarlarını korumak adına medya aracılığıyla körükledikleri göçmen korkusunun her yerde hüküm sürmesidir. Bu korku gerçekten anlamsız ve gereksiz bir durum. Göç, insanlık tarihinin en eski süreçlerinden biridir. İlk insanlar, hayatta kalmak için avlanmak, yeni kaynaklar aramak ve iklim değişiklikleri nedeniyle göç etmişlerdir. Neolitik dönemde, tarıma dayalı toplumların oluşmasıyla göç hareketleri hız kazandı ve bu süreç, medeniyetlerin şekillenmesine katkı sağladı. Göç, sadece hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda kültürlerin birleşmesi ve insanlık tarihinin şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Bugün bile, göç insanlar için daha iyi yaşam koşulları arayışı ve kültürel etkileşimlerin devamı olarak sürüyor.

 

Hayatımda edindiğim bu deneyimler, göçün ve kadın olmanın zorluklarıyla mücadele etmenin yanı sıra, aynı zamanda insan olmanın ortak yanlarını, kültürlerarası etkileşimi ve güçlenmeyi daha derinden anlamama katkı sağladı. Bu süreçte öğrendiklerim, bana hayatı daha güçlü ve kararlı bir şekilde yaşama fırsatı vermeye, yeni tecrübeler edinerek devam etmemi sağlıyor.  

 

İPEK: Kendi ülkemde de burada yaşadığım haksızlıklar ve zorbalıklara maruz bırakıldığımiçin burada da olayların üstesinden bir şekilde gelmeye çalışıyorum. Haksızlıklara karşı gelmek için kendimi sürekli eğitmeye çalışıyorum.Zira henüz her şey bitmiş sayılmaz. Çünkü burada da kendimi güvende hissetmiyorum ve bu yüzden  bizden önce buraya gelmiş olan insanların tecrübelerinden yararlanabiliriz. Tüm bu zor süreçleri yaşarken elbette olumlu ve iyi şeyleri de yaşıyorum. Mesela ben buraya geldikten kısa bir süre sonra kedimi yanıma aldırttım. Şu anda onunla birlikte yaşamak benim için bir nimet. Çünkü bensiz kaldığı her saniye onun da hayatı tehlikede, bunu göze alamazdım. Onun dışında farklı insanlar ve farklı kültürleri tanımak, yabancı dilleri öğrenmek bu yolculuğun olumlu yönleri. Bu ülkede bir kadın olarak tedirgin olmadan, korku yaşamadan sokaklarda yürümek yine olumlu yönde benim için. Olumsuz yönlere gelecek olursak bir çok şey var. Sadece beni çok yoran bir neden yazacağım uzatmadan, oda şu ki yabancılar olarak burada sürekli arka planda ve en son seçeneklerde yer almamız. Bunu aşmakta elbette zor değil, eminim bunu da başaracağız.

 

Gelmiş olduğun ülke ile kendi ülken arasında "kadın olmanın" deneyimlerini nasıl değerlendiriyorsun?

 

ZELAL: Kadın olmak dünyanın her yerinde bir şekilde dezavantajlı konumdan başlamak demek. Bence bu İsviçre’de de değişmiyor, bir erkeğe göre çok daha zorlu bir yoldan geçiyorsunuz. Bir kere yüzyıllardır gelen genetik ve sosyal kodlarınız var. Geldiğiniz toplumun da kadına ve göçmen kadına yüklediği çok belirli sosyal kodlar var. Bunları yıkmak ve yolunuzu açmak zaman ve enerji alıyor. Ama bir yandan da kadın olarak doğmak, büyümek size öyle bir takım çantası sağlıyor ki her zorluğu vura kıra, yıka yapa, çaka çaka yeniden inşa ederek aşmayı öğreniyorsunuz. Bu da dilini, sistemini, sokaklarını, kültürünü bilmediğiniz bir ülkeye geldiğinizde yeniden bir hayat kurmak için tükenmez bir kaynak sağlıyor bence.

 

FİLİZ: Türkiye’de yaşarken bir kadın olarak ne kadar zorlandığımı tam olarak fark edememiştim. Mücadele içindeyken insan yaşadığı zorlukları normalleştiriyor ve tanımlamakta güçlük çekiyor. Ancak İsviçre’ye geldiğimde birçok şeyi daha net görmeye başladım. Türkiye’de attığım her adımda güvenlik kaygısıyla yaşamak zorundaydım. İşten çıkıp eve dönerken sürekli nasıl gitmem gerektiğini planlıyor, otobüste yalnız kalırsam konum paylaşmayı düşünüyordum. Sokakta yürürken bile takip ediliyormuş gibi hissetmek günlük hayatın bir parçasıydı. O dönemlerde bunun herkes için normal olduğunu sanıyordum, ama şimdi anlıyorum ki bu sürekli tetikte olma hali zihinsel ve bedensel olarak ne kadar yorucuymuş.

 

Şu an İsviçre’de kendimi daha güvende hissediyorum, ancak geçmişte yaşadığım bu kaygıları aşmak kolay değil. Güvende olsam bile içimdeki tedirginlik hâlâ tamamen kaybolmuş değil. Bununla birlikte, İsviçre’de kadınlar güvenlik açısından daha iyi koşullara sahip olsalar da, burada da kadın olmanın getirdiği başka zorluklar var. Örneğin, kadınların seçme ve seçilme hakkını oldukça geç elde etmiş olması şaşırtıcı. Ayrıca, hâlâ iş hayatında kadınlara erkeklere kıyasla daha düşük maaş verilmesi ve daha az üst düzey pozisyon sunulması dikkat çekici. Tüm bunlar gösteriyor ki kadın mücadelesi sadece belli bir coğrafyaya ait değil, evrensel bir konu. Bu nedenle, kadınlar olarak her yerde, her koşulda dayanışma içinde olup bu eşitsizliklerin üstesinden birlikte gelmeliyiz.

 

İPEK: Her yerde olduğu gibi burada da kadınlar erkeklere göre daha az haklara sahip gibi, ya da benim gördüğüm bu diyelim. Bugüne kadar sahip olduğumuz her hakkı kendimiz büyük bir çaba göstererek elde ettik ve etmeye devam edeceğiz.Resmiyette kadınlara öncelik tanındığı söyleniyor fakat gerçek hayatta kadınların hiçbir önceliği olmadığını ve yeri geldiği zaman bu devletin bile kadına acımasız bir tavır sergilediğini görüyorum. Bunların hepsinin üstesinden geleceğime inanıyorum. Kısaca kadın olmak  dünyanın her yerinde çok zor.

 

Göçün her zaman bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu biliyorum. Sen bu süreçte gelmiş olduğun ülkede; ne gibi sosyal destek fırsatları yada engellerle karşılaşıyorsun? Bu durum seni nasıl etkiliyor?

 

ZELAL: Çok derin bir konu. Ben biraz şanssızdım ve İsviçre’de kanton transferim Valais Kantonu’na oldu. Valais’i insanlar muhteşem doğası ve kış turizmiyle tanıyor genellikle. Ama orada genç bir göçmen kadın olmak korkunç bir deneyimdi. Bana entegrasyon sürecinde çok büyük zaman kaybettirdi. Gelir gelmez hızlıca Fransızca öğrenmek ve yarıda bırakmak zorunda kaldığım mastera geri dönmek istiyordum. Öyle ya, yetişmiş bir insan gücü olarak bunu yapıp profesyonel hayatta aktif bir kadın olmak hem benim hem de İsviçre toplumunun yararına olanıydı. Ama Valais’de meseleler böyle algılanmıyor. Üniversiteye gitmem kelimenin tam manasıyla engellendi. Ama neyse ki o dönem etrafımda beni cesaretlendiren, güven veren insanlar vardı ve daha oturum alır almaz sosyalden çıkmaya ve bağımsız bir yol çizmeye cesaret edebildim.

 

İsviçre’de kantonlar arasında çok büyük farklar var ve bu inanılmaz bir sosyal eşitsizliğe sebep oluyor. Cenevre’de ise tam tersi bir deneyime sahip oldum. Cenevre Üniversitesi’ndeki Horizon Akademi sayesinde akademik bir dil eğitimi alabildim ve yeniden mastıra başladım. Düşünün ki iş bulmam için İngilizcemi de geliştirmem gerekiyor, kanton Agenda Intégration Suisse (AIS) kapsamında İngilizce kursuna gitmemi bile sağlıyor. Keşke Cenevre’deki mültecilerin sahip olabildiği entegrasyon olanaklarına herkes sahip olabilse. Bunun için mücadele etme sorumluluğunu ben kendi omuzlarımda hissediyorum.

 

FİLİZ: Göç sürecinde karşılaştığım en büyük zorluklardan biri dil öğrenmek oldu. Entegrasyon kapsamında gönderildiğim kurslar hem yetersiz hem de niteliksizdi. Eğitmenlerin çoğu öğretmen bile değildi ve bir öğretmen olarak bunu fark etmek benim için çok kolaydı. Hatta bazen eğitim sürecinde etik olmayan davranışlarla bile karşılaşabiliyoruz. Bu yüzden, onlara rağmen kendi başıma dil öğrenmeye devam etmek şuan en büyük mücadelelerimden biri.

 

Bürokratik engeller de süreci zorlaştırıyor. Eğitimime ve iş hayatına devam edebilmek için beklemem gereken uzun prosedürler var. Çalışma izni ve yükseköğretime erişim gibi konularda birçok belirsizlikle ve zorlukla karşılaşıyorum. Bunun yanı sıra, göçmenlere karşı mesafeli bir tutum da hissediliyor. Dil bilmemek sosyal çevreye dahil olmayı zorlaştırıyor ve bazen ayrımcılık deneyimlemek mümkün.

 

Sağlık, ve beslenme açısından iyi koşullara sahip olsam da, sosyal izolasyon, yalnızlık ve seyahat kısıtlamaları gibi zorluklarla mücadele etmek zorundayım. Kadın bir göçmen olarak, iş piyasasında hem cinsiyetim hem de göçmen kimliğim nedeniyle çifte dezavantaj yaşama riskim var. Ne kadar kendimi geliştirsem de, iş hayatında geri planda kalma veya yeterince kabul görmeme kaygısı taşıyorum. Tüm bu belirsizlikler ve engeller, göç sürecinin sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik olarak da ne kadar zorlayıcı olduğunu gösteriyor bana.

 

İPEK: Bu ülkede karşılaştığım en büyük engel dil oldu benim için. Çünkü yaşadığım kantonda beni okula göndermiyorlar ve ben kendi başıma öğrenmeye çalışıyorum haliyle bu da beni çok zorluyor. Oturma iznimiz olmadan bize her hangi bir eğitim verilmiyor. Ülkeye entegre olma adı altında bize zorla yaptırmaya çalıştıkları saçma bir çalıştırma sistemleri var. Sağlık ve beslenme konusunda da hiç iyi şartlar altında değilim, üstelik ben vejeteryan bir insanım ve yemek menülerinde benim yiyebileceğim hiçbir şey yok. Bu her kantonda böyle değil tabi ki. Bu durum da beni fazlasıyla yoruyor. Sağlık konusunda da bize zorluk çıkarıyorlar, aylardır doktor randevusu almaya çalışıyorum ve hiçbir şekilde vermiyorlar. Olduğum kanton beni bıktırmak için önüme bir sürü engel koyuyor. Bu ülke doğası ile muhteşem fakat göçmenlere uyguladıkları sistem içler acısı. Kantonlar arasında elbette büyük farklılıklar var.

 

 İsviçre’de kadınların genel yaşam koşullarını, işgücü piyasasındaki genel durumunu nasıl değerlendiriyorsun?

 

ZELAL: Açıkçası henüz iş arama sürecine girmedim. Şu anda okulu bitirmek benim için yeterince zor. Ama ağustos ayında mezun olur olmaz beni zorlu bir iş arama süreci bekliyor olacak. Şimdiden bunun için ek adımlar atıyorum, İngilizcemi ilerletiyorum ve seviyemi belgeliyorum, ek bir metot sertifikası yapıyorum vb. Çünkü yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki göçmen isimleri bile, kalifikasyonun ne olursa olsun, hâlâ işe alım sürecinde bir ayrımcılık etkeni. Bir İsviçreliye göre iş görüşmesine çağrılma ihtimaliniz daha düşük. Ama yine de ben kendi adıma umutluyum. Bu kadar emek harcadım ve bu emekler boşa gidecek olamaz diye düşünmek istiyorum.

 

FİLİZ: İsviçre’de kadınların yaşam koşulları genel olarak iyileşmiş gibi görünüyor. İş gücü piyasasında kadınlar için daha fazla fırsat var, ancak hala eşitlik konusunda sorunlar yaşanıyor. Kadınlar, erkeklere kıyasla daha düşük ücretler alabiliyor ve liderlik pozisyonlarında daha az temsil ediliyor. Bunun yanı sıra, iş ve aile hayatını dengeleme konusunda kadınların üzerindeki sorumluluklar hala ağır basıyor.

 

Henüz iş dünyasına atılmadığım için bu konuyu birebir deneyimleyerek gözlemleme şansım olmadı, ancak ilerleyen süreçte bu alandaki fikirlerim kesinlikle daha da derinleşecektir. Şu an için gördüğüm kadarıyla, kadın hakları konusunda önemli adımlar atılmış olsa da, tam anlamıyla eşitlik sağlanabilmiş değil.

 

İPEK: Kadınların genel yaşam koşulları ne kadar iyi görünsede aslında pek iyi sayılmaz. İşgücü piyasasında birçok fırsat varken biz bu fırsatlardan yararlanamıyoruz. Yararlansak bile öncelik biz değiliz bu nedenle yine haksızlığa uğrayan taraf biz oluyoruz. Şu an iş arama sürecinde değilim. Çünkü durumum bunu karşılamıyor henüz. Her yerde olduğu gibi burada da haksızlıklar olduğu için bunların üstesinden gelmenin yollarını aramalıyız.

Göç etmeye mecbur bırakılmış bir kadın olarak, sen bu durumdan nasıl etkileniyorsun?

 

ZELAL: Başıma bir şey geldi. Benim tercihim değildi. Yaşadığım şeyin bir sorumlusu Türkiye devleti ise de biri de uluslararası toplum. Ben meseleye her zaman buradan baktım. O yüzden buradaki mevcut haklarımı da henüz mevcut olmayan ama olması gereken haklarımı da talep ederken çok güçlüyüm. Buradaki insanların yaşadığımız şeye “Aaa, ne kadar şanslısın, burada ikinci bir hayata sahip olma şansın olmuş.” gibi yukarıdan bakması çok sinir bozucu. Çünkü kendilerinin bizim yaşadığımız bu zorunlu göçte hiçbir katkılarının olmadığını düşünüyorlar. Onları Siyaset Bilimi 101 dersini takip etmeye davet ediyorum.

 

Ama sonuç olarak insan adapte olan bir canlı. Her yeni koşula adapte olacak araçları gelişiyor insan bir şekilde. Ben dünyanın her yerinde dezavantajlı olduğumuz gerçeğini kabul ettim. Öyle ya, doğduğum kendi ülkemde, vatanımda bile “yabancı” muamelesi görmüşüm, doğduğumdan beri ayrımcılıkla, ırkçılıkla yüz yüze kalmışım. Alışığım yani. Mücadeleye devam!

 

FİLİZ: Göç etmek, hayatımı baştan kurmamı gerektiren sancılı bir süreç oldu. Belki abartılı bir benzetme gibi görünebilir, ancak göç, yeniden doğmak kadar zorlu bir deneyim. Yeni bir dile adapte olurken, adeta bir çocuğun dil öğrenme sürecini yeniden yaşıyoruz; her kelimeyi, her yapıyı sıfırdan keşfetmek gerekiyor. Dil öğrenme, sadece yeni bir dil öğrenmek değil, aynı zamanda yeni bir kültüre uyum sağlamak anlamına da geliyor. Bilişsel bilimler, dil öğrenmenin beynin sinirsel ağlarını yeniden yapılandırdığını ve bu sürecin çocukluk dönemindeki dil öğrenme süreçleriyle paralellik gösterdiğini ortaya koyuyor. Örneğin, yetişkinlerin dil öğrenme sürecinde beynin daha fazla çaba harcadığı, çünkü mevcut bilişsel yapılar ve alışkanlıkların değişmesi gerektiği bir gerçek. Bu durum, dil öğrenmenin yetişkinler için çocukluktan çok daha zorlayıcı bir deneyim olmasına yol açıyor (Snow, 2010).

 

Göç, özgürlüğümü kazanmak için bir fırsat gibi görünüyor, ancak benliğimi ve kimliğimi koruyarak ilerlemek çok zorlayıcı bir süreç. İki farklı kültür ve kimlik arasında kalmak, kendimi tam anlamıyla ait hissetmemek, psikolojik olarak büyük bir yük oluşturuyor. Göçmenlerin, genellikle “kimlik kaybı” ya da “çift kimlik” gibi psikolojik durumlarla karşılaştığı gösterilmiştir (Phinney, 1990). Burada, göç ettiğim için şanslı olarak görülüyorum, ancak yaşadığım zorluklar anlatılmaya çalışıldığında genellikle anlaşılmıyor. Bir yolculuğa hiç çıkmamış birine, yolculuğun ne kadar zorlayıcı olduğunu anlatmak, duyguları doğru şekilde aktarmak gerçekten zor. Hem göçmen hem de kadın olmak, iki kat daha fazla mücadele etmeme sebep oluyor. İçinde bulunduğum toplumda kabul görmek kolay değil, ancak daha geniş bir perspektiften baktığımda, aslında çoğu insanın bir yere tam anlamıyla ait hissetmediğini görüyorum. Bu gerçeği kabul ettikçe, içsel gücümü bulmaya ve hayatımı sürdürmeye çalışıyorum.

 

İPEK: Benim için açıklaması zor bir soru gibi, çünkü geçmişi hatırlamak ve burada olmama sebep olan her şeyi tekrar hatırlamak istemiyorum. Bu beni daha da yıpratır, yaşadığım her şey benim kontrolüm dışında gelişti ve hiç birini yaşamak istemezdim, yaşamadığım yerden hiç bilmediğim bir ülkeye, diline, kültürüne yabancı olduğum topraklara gelmek çoktaistediğim bir şey değildi ama yaşamış olduğum olaylar beni buna mecbur bıraktı. Burada yaşadığım her zorlukta elbette kötü etkileniyorum ve kendimi çok yalnız hissediyorum  çoğu zaman. Ama her şeye rağmen mücadele etmeye devam edeceğim. Yaşamak bütün kadınların hakkı.

 

Haklarımız konusunda sence yeteri kadar bilinç var mı?  

 

ZELAL: Ben özellikle Türkiye’den gelen insanların bu konuda hiç fena olmadığını düşünüyorum. Bizim güçlü bir mücadele geçmişimiz ve bir deneyimler havuzumuz var. Ama dayanışma ağlarımız çok zayıf. Sahip olduğumuz deneyimleri ve bilinci dayanışma ağlarımızı güçlendirmeye aktarabilirsek hep birlikte çok daha güçlü oluruz. Güçlü olmak zorundayız da! Bize hiçbir şey altın tepside sunulmayacak.

 

FİLİZ: Kadın hakları konusunda geçmişe göre ilerlemeler kaydedilmiş olsa da hâlâ eksiklikler mevcut. Özellikle göçmen kadınlar, hakları konusunda daha fazla bilgiye ve desteğe ihtiyaç duyuyor. İnsanların hakları konusunda bilinçlenmesi gerektiğine inanıyorum. Eskiden, birçok kadın haklarını bilmeden çeşitli durumları kabul edebiliyordu. Şimdi ise insanların daha fazla bilgi edinmek ve öğrenmek istediklerini gözlemliyorum. Bu oldukça olumlu bir gelişme, ancak hâlâ daha güçlü bir bilinçlenme gerekiyor. Haklarımızı öğrenmek, sadece kendi hayatımızı iyileştirmek için değil, aynı zamanda başkalarına da yardımcı olabilmek için önemli. Araştırarak, öğrenerek ve deneyimlerimizi paylaşarak, hem kendimizi hem de çevremizi güçlendirebiliriz.

 

İPEK: Bence bir çok insan zaten araştırma yaparak geliyor, fakat bunun yanında tabi bilgi sahibi olmayan insanlar da var. Dayanışma platformlarımızı daha da büyüterek her yeni gelen insanlara haklarımız hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayabiliriz. Deneyimlerimizi ve tecrübelerimizi bir sonraki insanlara aktararak dayanışmayı büyütebiliriz. Bunu yapabilmek için de kendimizi geliştirerek daha güçlü olmakla başlayabiliriz.

 

 

 

 Kadın olmanın zorluklarının yanı sıra umutların neler? Kız kardeşlerine neler söylemek istersin?

 

 

ZELAL: Ah, sizi çok seviyorum. İstanbul’dayken en sevdiğim şeylerden biri 8 Mart’ta Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılmaktı. Her sene biri mutlaka bir dövize “Karanlıktan korkarsan bu kalabalığı hatırla!” yazardı. Bu slogan bana hep güç vermiştir. Her karanlıktan korktuğumda yüzbinlerce kız kardeşimi hatırlayıp güç buluyorum. Ben de diğer kız kardeşlerime güç olmak istiyorum. Kadın dünyayı değiştirme gücüne sahip, ben buna yürekten inanıyorum. Hiçbir şey yoksa hâlâ kadınlar var!

 

FİLİZ: Kadın olmanın zorlukları çoğu zaman büyük mücadeleler gerektiriyor, ancak her zorluğun içinde umut da var. Kadınlar birbirine destek olursa, güçlenebiliriz. Kız kardeşlerime söylemek istediğim şey, asla pes etmemeleri gerektiği. Kendi seslerini duyurmaktan korkmasınlar, hayatta her şey mümkün. Edindiğim tecrübeler ve yolculuğum bana şunu öğretti: Bu dünyada, kadın, çocuk, LGBTİ+ birey ya da başka bir kimlik taşıyan herkes için hayat zorlu olabilir. Herkesin karşısına engeller çıkıyor; ancak bu engellerin üstesinden gelebilmek, cesaret ve dayanışma ile mümkün.

 

Bilişsel ve toplumsal bilimler de gösteriyor ki, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve engellerin üstesinden gelmek, kolektif çaba ve dayanışma ile daha kolay hale geliyor. Özellikle kadın dayanışması, bireysel gücün ötesine geçerek toplumsal değişimi sağlamak için çok önemli bir araçtır. Kadınlar, birbirine destek verdikçe, sosyal, psikolojik ve ekonomik engelleri aşma konusunda daha fazla başarıya ulaşabiliyorlar. Bu nedenle, korkmadan ve cesurca engellerin üzerine gitmek, yalnızca kadınlar için değil, tüm toplumsal gruplar için önemli bir adım.

 

İPEK: “Umut” yazılışı kısa ama anlamı uzun. Hiç bitmeyen bir mevsim gibi, içine karda yağar fırtınada kopar ama çiçekler hep açar. Bu yüzden bunca yaşadığım zorlukların ardından bahar gelecektir. Ve tüm kadınlara diyeceğim şu ki;  Pes etmeyi düşündüğünüz zaman yaşadığınız zorlukları ne için  yaşadığınızı hatırlayın.

 

 

 Son olarak kadın dayanışmasının öneminden bahseder misin? Sence nasıl  nasıl bir örgütlülük olmalıdır?

 

ZELAL: Her şeyden önce kendi aramızda bir güvenli alanımız olmalı. Toplumsal kodlardan uzak, yargılamalardan uzak, birbirimize güç verdiğimiz. Madem ki kadın kadının yurdudur, o zaman başımıza ilk bir şey geldiğinde, bir işin içinden ilk çıkamadığımızda önce birbirimize sığınabileceğimiz alanlar yaratmalıyız. Ben kadın örgütlenmesine buradan bakıyorum. Kafa kafaya ve omuz omuza verip halledemeyeceğimiz hiçbir şey yok.

 

FİLİZ: Kadın dayanışması, özellikle göçmen kadınlar için son derece önemli bir olgu. Birbirimize destek olmalıyız çünkü birlikte çok daha güçlüyüz. Dayanışma, kadınların kendi potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olabilir, bu da yalnızca bireysel güçlenme değil, aynı zamanda toplumsal değişim için de kritik bir adımdır. Kadın dayanışması, sadece duygusal bir bağ değil, aynı zamanda sosyal adalet ve eşitlik mücadelesidir.

 

Bilişsel ve toplumsal bilimler, dayanışmanın güçlendirdiği toplumsal bağların, bireylerin stres ve zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olduğunu göstermektedir. Ayrıca, kadınların kolektif hareketlerle seslerini duyurabilmeleri, haklarını savunmaları ve toplumsal normları değiştirmeleri için oldukça etkilidir. Örgütlülük, her kadının gücünü keşfetmesine yardımcı olacak, onları yalnız hissettirmeyecek ve seslerini duyurabilecekleri bir alan yaratmalıdır.

 

Evrensel düzeyde, kadın dayanışmasının etkili olabilmesi için farklı toplumsal yapılar ve kültürler arasında bir birleşim oluşturulmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları mücadelesi, sadece tek bir grup ya da ülke ile sınırlı kalmamalıdır; farklı sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesi, bu mücadelenin evrensel bir hareket haline gelmesini sağlar. Böylece, dünya çapında her kadın, kendi toplumunda karşılaştığı zorluklara karşı kolektif bir güçle mücadele edebilir. Bu, sadece kadınların değil, tüm toplumsal grupların eşitlik mücadelesine katkıda bulunacak bir yaklaşım olur.

 

İPEK: Yabancısı olduğumuz bu ülkede birbirimize kenetlenmek ve birlikte hareket etmek büyük bir önem taşır. Güçlerimizi birleştirip örgütlenmek ve bizden sonra gelecek olan bütün kadınların sorularına cevap bulmalarını sağlamak ve yalnız olmadıklarını bilmelerini sağlayabiliriz. Birlik olursak daha da güçlü oluruz.