Ana içeriğe atla
Görsel
Kitap kapağı görüntüsü : Kapak fotoğrafı: Coşkun Aral Saddam Hüseyin’in Kuzey Irak’ı bombalamasından sonra sınırdan Türkiye’ye geçen Kürtler (Mart 1991)

Göç Okumalarımızdan bir kitap : “Göçler Çağı - Modern Dünyada Uluslararasi Göç Hareketleri'

GÖÇLER ÇAĞI

Modern Dünyada Uluslararasi Göç Hareketleri! Yazarlar: Stephen Castles- Mark J. Miller

ÇEVİRENLER BÜLENT UĞUR BAL - İBRAHİM AKBULUT
The age of Migration,International Population Movements in the Modern World

Copyright© Stephen Castles, Mark J.Miller 1993,1998,2003 Palgrave Mac Millan

Türkçe yayin haklari Akçali TelIf HaklariAJansi araciliği İle alinmiştir.

İstanbul BilgI ÜniversitesI Yayınları 195 GÖÇ ÇALIŞMALARI 8
ISBN 978-605-399-020-8
Kapak fotoğrafı: Coşkun Aral
Saddam Hüseyin’in Kuzey Irak’ı bombalamasından sonra sınırdan Türkiye’ye geçen Kürtler (Mart 1991)

***

PangeaKolektif göçmen öz örgütlenmesinin aktivistleri olarak, Kavram Atölyesi çalışma grubumuzda başlattığımız ‘Göç Okumaları’nın ilk kitabı olan ‘Göçler Çağı’nı tavsiye etmek ve hakkındaki düşüncelerimizi kısaca da olsa paylaşmak istiyoruz.

 

Bir göçmenin kendisini yalnızca akıntıya bırakmaması gerektiğini düşünen herkesin, akıntıya kapılmamak için “göç” sürecini farkındalık düzeyine çıkarması, aynı zamanda kendisine ve parçası olduğu harekete de “üst açıdan” bakmasını sağlar.

 

Bizim toplam deneyimimiz, söz konusu farkındalık yaratılmaksızın her birimizin çok ciddi manevi ve maddi kayıplarla yüz yüze kalacağımızı söylüyor.

 

Bu kitap da göçmen farkındalığı bakımından “yeni başlayanlar” için temel bilgilerle dolu kendi türü içinde ayrıksı bir çalışma.

***

Kitap’tan öğrendiğimiz en temel bilgi/önerme

Kitap’tan öğrendiğimiz en temel bilgi/önerme, yazarlarca şöyle ifade edilmiş;

“Bu kitap, çağdaş uluslararası göçleri ve onların toplumları değiştirme biçimlerini konu edinmiştir. Perspektif uluslararasıdır: Büyük bir ivmeyle devam eden küresel entegrasyonun kaynaklık ettiği büyük ölçekli insan hareketleri. (...) Göçler erken dönemlerinden bu yana insanlık tarihinin birer parçası olmuştur. Bununla birlikte, 1945’ten bu yana ve özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren uluslararası göçün önemi ve hacmi artmakta dır. Göç, küresel değişim üzerinde etkili olan en önemli faktörlerden biri olarak kabul edilir.

 

Göç çağının kalıcı olacağını ummak için birkaç neden mevcut tur: Kuzey ve Güney arasındaki artan eşitsizlik muhtemelen artan sayıda insanı daha iyi yaşam şartlarına ulaşmak adına göç etmeye zorla yacaktır; siyasal, ekolojik, demografik sıkıntılar birçok insanı kendi ülkeleri dışında mülteci olmaya zorlayacaktır; farklı bölgelerde artmakta olan etnik ve siyasal çatışmalar gelecekte kitlesel kaçışları da beraberinde getirecektir; ve hükümetlerin niyeti bu olsun ya da olmasın, yeni ticaret bölgelerinin yaratılması emek hareketlerine neden olacaktır. Yeryüzündeki bütün devletler, ya göç alan veya göç veren ya da her ikisini birden yaşayan ülkeler olarak uluslararası göçten artan bir biçim de etkilenecektir.”

 

Bu önerme iki açıdan önemli; birincisi bizlere de çok gerçekçi geliyor.

 

İkincisi ise, göçmenlerde yaygın olarak gördüğümüz koşullara ve sürece salt “reaksiyoner” tepkilerin ötesine geçmemizi hatırlatan bir bakışa ilham veriyor: bütünsel göçmen rejimlerine karşı, bütünlüklü bir göçmen politikası...

 

Bu önermeyi şöyle de yorumlayabiliriz: “ey göçmen, sen, bir selin parçasısın, yeni aktığın kapta hem köklü değişimlere uğruyor hem de köklü değişimler yaratıyorsun. Eğer bu süreçteki zararlarını en aza indirmek istiyorsan bu ikili dinamiği iyi anlamalısın.”

 

Kitapta ‘mülteci rejiminin’ nasıl şekillendiğine dair bilgilere ve ilgi çekici verilere de ulaşabiliyoruz. Mülteci rejimini belirleyenin insan hakları mı kapitalist krizler mi olduğu sorusunu tartışmanın gerekliliğine ışık tutuyor:

 

“Mevcut mülteci rejimi, iki belirgin uluslararası çatışmanın etkisiyle şekillenmiştir: Avrupa’da 40 milyonu aşkın yerinden edilmiş insan bırakan İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş. İkinci Dünya Savaşı döneminde yerinden edilmiş insanlar, Kanada, Avustralya ve diğer ülkelere

yerleşerek savaş sonrası ekonomik büyümeye ciddi katkıda bulunmuşlardır. Soğuk Savaş döneminde, komünizmi desteklemeyen Doğu Bloğu ülkeleri vatandaşlarına sığınma hakkı teklif etmek Batı için güçlü bir propaganda kaynağı idi. Demir Perde ülkelerinden ayrılma imkânları sınırlı olduğu için bunu başarabilen sığınmacılara Batı ülkelerinin kapısı genellikle açıktı.” (s.147)

 

*** Yazarların çektiği resim bizlerin içeriden iyi bildiği bir gerilimi iyi özetliyor.

“Yerleşimciler, sıklıkla göç kabul eden ülke nüfusundan farklıdırlar: Gelenekleriyle, dinleriyle, kurumlarıyla farklı olan toplumlardan gelebilirler (örneğin kentli-endüstriyel toplumlardan daha ziyade tarımsal-kırsal). Genellikle farklı dilleri konuşurlar ve kültürel pratikleri farklıdır. Fiziksel görünüş (deri rengi, özellikler ve saç tipi) veya kıyafet tarzı olarak gözle görülür biçimde farklı olabilirler. Bazı göçmen grupları belirli iş kollarında (genellikle düşük sosyal statülü) yoğunlaşırlar ve düşük gelir grubundaki insanların yaşadığı yerlerde ayrı bir yaşam sürerler.” (...)

 

Ulusal kimliğin tehdit edilmesi daha ciddi bir konudur. Ulus devlet, 18. yüzyıldaki gelişim inden bu yana, siyasal birlik fikri temelinde olduğu kadar kültürel birlik temelinde de açıklandı. Çoğu ülke de ortak dil, kültür, gelenek ve tarih üzerinden tanımlanan etnik homojenlik ulus devletin temeli olarak algılandı. Genellikle hayali -yöne tici seçkinlerin bir inşası- olan bu birlik güçlü ulusal mitler yaratmış tır.(abç) Göç ve etnik farklılık bu tür bir ulus düşüncesini tehdit etmektedir, çünkü etnik kökenleri ortak olmayan bir halk yaratmaktadır. (...)

 

Bu kitabın ana temalarından biri şudur ki, süregelen uluslararası göç hare ketleri gittikçe daha fazla ülkenin etnik farklılığını artıracaktır. Bu, şimdiden var olan ulus devlet ve vatandaşlık kavramlarının sorgulanmasını gerektiriyor. Gelecek on yıllarda, farklılığa yeni yaklaşımlar üzerine yapılacak tartışmalar çoğu ülkenin politikalarını şekillendirecektir.

 

Bu gerilim, aynı zamanda bizlerin çektiği ve çekeceği acıların da temelini oluşturuyor. Çünkü ırkçılık tam da bütün enerjisini bu “hayali bütünlükten” alır. Bu nedenle bütün ulus devletler potansiyel bir apartheid rejiminin genlerini barındırırlar.

Asimilasyon ve ayrımcılık birbirlerinden beslenen kardeşlerdir.

***

Devletlerin belirli bir göç durumuna bakışını, siyasi ve ekonomik ihtiyaçları belirler. Bu doğrultuda kontrollü bir göç sağlamaya, istedikleri vasfa (ihtiyaca göre bazen vasıflı bazen vasıfsız) sahip ve/veya ideo-kültürel/ideo-politik aidiyeti kendisine uygun olan göçmenleri almaya ya da göçü tamamen engellemeye çalışırlar; bazen kapıları ardına kadar açar, bazen yarım açar, bazen de tam geçerken yüzüne kapatır ve kapıya elektrik verirler. Güçleri oranında başarı elde ederler ancak genel tabloda insan akışını tam istedikleri gibi kontrol edemezler çünkü dünya hâlâ yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde çok yönlü gelişmelerin koşulları sürekli belirlediği, bir süper gücün ya da süper güç birliğinin her şeyi kontrol edemediği bir yer. Kapitalizmin yapısal rekabet ilkesi birlikte davranmalarını zorlaştırır.

 

Devletler ve içlerindeki çeşitli klikler, içteki ve dıştaki dengelerine ve yönelimlerine göre çeşitli tutumlar sergilerler. Başka devletle ilişkilerde göç; siyasi tehdit, ekonomik ilişki ve pazarlığın bir parçası olabilir. İçeride göçmenler, çeşitli kliklerin çatışma alanının nesnesi olabilir. Bunlara eklenen tarihsel bazı faktörlerle birlikte göçmenlere tanınan haklar (vatandaşlık verme, oturum izni, evlenme, ailesini getirme vs.) değişiklik gösterir. Bu haklar, içteki ve dıştaki gelişmeler ve göçmenlerin bir aradalığı/örgütlülüğü/mücadelesi neticesinde negatif/pozitif yönde değişim geçirebilir.

 

Öte yandan, Farklı göçmen gruplarının, tüm ezilen kesimlerde (veya bakış açısına göre işçi sınıfının farklı bölüklerinde) olduğu gibi, dil, din, kültür, ırk, önceden geldiği için daha “yerleşik” olma vb. etmenler sebebiyle birlikte hareket etmeleri esasen çok zordur. Asıl düşmanla değil, birbirleriyle mücadele etme, çatışma eğilimi koşullara göre ortaya çıkabilir. Buna kökleri olan toprağından ayrı düşüp, yaban ellerde ev sahibinin kurallarına göre kalmayı kabul etme psikolojisini eklediğimizde, diğer misafirler, kendi pozisyonunu veya çıkarını korumaya yarayacak daha kolay hedefler haline gelebilir.

 

***

Kitabın Bölümlerine Değin

Yazarlar giriş bölümünde kitap için ürettikleri ve derledikleri bilginin haritasını ve amaçlarını şöyle ifade etmiş:

Bu kitabın birincil amacı, çağdaş uluslararası göçü tarif etmek ve açıklamaktır. (...)

 

İkinci amaç, göçmen yerleşiminin çoğu toplumda etnik farklılığı nasıl artırdığını ve bunun daha geniş anlamda sosyal, kültürel ve siyasal gelişmelerle nasıl ilişkili olduğunu açıklamaktır. Bu değişimleri anlamak, göç ve etnik farklılıkla bağlantılı çatışma ve sorunlarla baş etmeyi hedefleyen siyasal uygulamaların ön koşuludur.

 

Üçüncü amaç ise göç ve etnik farklılık arasındaki karmaşık etkileşimi göstererek iki söylem arasında bağ kurmaktır.

 

[Ve] bu kitabın asıl amacı, okuyucuların belirli göç süreçlerini de taylı bir biçimde bağlamına oturtabilmesi için, uluslararası göç ve çok-kültürlü toplumların oluşumu üzerine bir giriş sunmaktır.

 

Bu amaçla üretip derledikleri bilginin tasnifini ise Giriş bölümünde böyle özetlemişler. Bu kitap, şu şekilde yapılandırılmıştır:

 

“İkinci Bölüm, göçün ve etnik azınlıkların oluşumunu açıklamak için kullanılan bazı teori ve kavramları açıklamaktadır ve göç sürecinin bir bütün olarak çalışılması gerektiğini vurgulamaktadır.

 

Üçüncü Bölüm, 1945’e kadar olan uluslararası göçün tarihini açıklamaktadır. Avrupa ulus devletlerinin oluşumunda göçün rolü üzerine bazı tartışmalar vardır, fakat ana odak, bir dünya piyasasının yaratılması sürecinde kapitalizm ve sö mürgecilik tarafından yaratılan göçlerdir. (abç)

 

Dördüncü Bölüm, Güney ve Doğu Avrupa’ya olan yeni göçleri de kapsayacak şekilde, endüstriyel ülkelere 1945’ten beri devam eden göçlerle ilgilidir. (...)

 

Beşinci Bölüm, endüstriyel devletlerin uluslararası göçü düzenleme kapasitesini değerlendirmektedir. Bu bölüm, yasadışı göçü, insan trafiğini ve bunları düzenlemeye yönelik politikaları analiz etmektedir. Bu bölüm, ayrıca göçün kontrolü için bölgesel entegrasyon çerçevelerinin önemini ve 9/11’e olan tepkileri karşılaştırmaktadır.

 

Altıncı ve Yedinci Bölüm, başlıca politik, toplumsal ve ekonomik değişimlerin kitlesel nüfus hareketlerini nasıl beraberinde getirdiğini gösteren bazı yeni göç alanlarına bakmaktadır. Yedinci Bölüm, Asya ile ilgili iken, Altıncı Bölüm Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika ile ilgilidir. Bu alanlar, gelişmiş ülkelere olan göçün asıl kaynaklarıdır ve buralardan “yeni dalgaların” gelmesi” muhtemeldir. Bu bölgelerden kaynaklanan göçün önemi artmaktadır, özellikle yeni endüstriyel ülkelerin ortaya çıktığı yerlerde ekonomik ve demografik dengesizliğe yol açmaktadır.

 

Sekizinci Bölüm, emek piyasasındaki iş bölümüne, ekonomik krizlerde göçmenlerin oynadığı role ve yüksek işsizliğe rağmen göçmenlerin istihdamının niçin sürdüğüne bakarak, gelişmiş ülkelerdeki göçmenlerin ekonomik durumunu değerlendirmektedir.

 

Dokuzuncu Bölüm, birbiriyle taban tabana zıt göç deneyimlerine sahip Almanya ve Avustralya’yı karşılaştırmalı bir biçimde ele almaktadır. Amaç, hem paralellikleri ve farklılıkları göstermek hem de onları belirleyen faktörleri tartışmaktır.

 

Onuncu Bölüm, yasal statü, sosyal politika, etnik toplulukların oluşumu, ırkçılık, vatandaşlık ve ulusal kimlik gibi faktörlere bakarak diğer gelişmiş göçmen topluluklarındaki toplumların içindeki göçmenlerin durumunu araştırmaya devam etmektedir.

 

Onbirinci Bölüm, hem göçmenlerin politikaya katılımına hem de ana akım politikanın göçmen yerleşimine tepki olarak değişmesine bakarak artmakta olan etnik farklılığın bazı önemli siyasal etkilerini araştırmaktadır. Çok kültürlü toplumların oluşumuna yönelik perspektifler tartışılmaktadır.

 

Onikinci Bölüm, kitabın ileri sürdüğü savları özetlemektedir ve uluslararası göçün geleceği, tekil toplumlar ve bir bütün olarak küresel toplum için ne anlam ifade ettiğiyle ilgili bazı sonuçlar sunmaktadır.”

 

Diyebiliriz ki, bütün bölümler iddialı başlıkları hakkında önemli bir temel ve çerçeve sunma yeteneğine sahip.

***

Sonuç

Sonuç olarak, kitap, başta da söylediğimiz gibi “yeni başlayanlar” için göç gerçeğini anlamak ve göçmen mücadelesi üzerine düşünmek için iyi bir çalışma.

 

Sorunun kapsamı hakkında böylesi bir harita ile tanışmak, göçmen mücadelesinin yalnızca reaksiyoner eylemlerle ilerlemesinin mümkün olmadığını, konuk olduğumuz devleti ve toplumu iyi tanıyıp, bütünsel bir mücadele programı üretmenin, göçmenleri farkındalıklarını yükseltmek için teşvik etmenin gerekliliğini kanıtlıyor.

 

Özellikle bir göçmen öz örgütlenmesinin üyeleri olarak ve olayın aktörleri olmamız gerektiği üzerine çıktığımız bu yolun yürüyenleri olarak dikkat çekmek istediğimiz şu konu ile tamamlayalım.Uluslarası göç konusunda bizleri olayın tek başına nesneleri olarak gören, bize rağmen politikalar belirleyen devletlerin, uluslararası sermayenin karşısında politik aktörler olabileceğimizi mevcut durumu değiştirebileceğimizi aksi takdirde mevcut durumun kalıcılaşmasının parçası olacağımızı gösteren tarihsel anlatımları da bulacaksınız kitapta.

 

“Göçmenler kendi haklarıyla ilgili politik aktörler olabilirler ya da mevcut durumun devam ettirilmesinde önemli olabilen bir apolitiklik sergileyebilirler.”(s.372)

 

PangeaKolektif Kavram ve Göç Okumaları Grubu